Selçuk Haber

Kendi İyiliğine de Baş Kaldır

Bu yazının başlığını 2015 yılında aramızdan ayrılan usta edebiyatçı yazar Yaşar Kemal’in İnce Memed romanında geçen oldukça beğendiğim sözünden esinlendim değerli okuyucular.

Romanda tam olarak “Dünyanın bütün kötülüklerine baş kaldır. Bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de baş kaldır” şeklinde geçmektedir ki; dürüstlük ve ahlak üzerine taviz vermeden yaşamını sürdüren aklıselim sahibi herkes için kılavuz niteliğinde bir söz olduğunu düşünüyorum.

Yazıyı kaleme almamdaki sebepse, geçtiğimiz günlerde bir haber sitesinde rastladığım spor haberiydi değerli okuyucular. Ziraat Türkiye Kupası karşılaşmaları içindeki bir müsabakada, karşılaşmadaki iki takımın kaderini değiştirecek şekildeki pozisyonda bir futbolcunun topu eliyle kaleye göndermesi ve bunun maçın hakemi tarafından görülmemesi itibariyle golün geçerli sayılmasının ardından, elle atılan gol sayesinde bir takımın tur atlaması haberiydi okuduğum.

Yayıncı kuruluşun detaylı olarak yayınladığı görüntüde de görüldüğü üzere top futbolcunun eliyle kaleye itilmişti ve futbolcu kaydettiği gol(!) sonrası çılgınca seviniyordu.

Futbol işiyle ilgimde bilgim de yoktur ama, incelense bariz şekilde görülecek olan kural hatası Türkiye Kupası 1.Turu’nda VAR sistemi kullanılmadığından görülememiş meğerse ve merak etmişimdir, 1.Tur’da VAR sistemi neden kullanılmaz?

Yazının konusu bu değil tabi ki. Yaşar Kemal’in o cümlesine dönersek,o topu eliyle kaleye iten futbolcu hakem görmedi diye neden sessiz kalır ve hatta bilakis elle atığı gol için çılgınca nasıl sevinir?

Peki dürüstçe bunu hakeme bildirse, oynadığı takımın yöneticileri tarafından dolaylı yollardan cezalandırılacağı ihtimali var mıdır? Bu ihtimali düşünerek vicdanına kulak asmayıp, kendisinin ve takımının iyiliği için haksızlığa karşı durmak yerine haksızlığın yanında durmayı mı seçmiştir? Her şey bir yana, tüm bu sorduklarımızın muhasebesini yapmaya gereksinim duyacak bir vicdanı olmayabilir mi?

Yukarıda kullandıklarım, sadece birbiriyle müsabaka halindeki iki futbol takımının kaderini belirleyen kapsamdaki ifadelerdi değerli okuyucular.

Oysa yıllardır süregelen bir zaman diliminde ülkenin kaderini belirleyen/ değiştiren, haksızlıklar karşısında sus pus olmuş bir kitle var ki, asıl üzerinde durmamız gereken en büyük sorunumuz budur diye düşünüyorum.

İlk aklıma geldiği itibariyle mesela; 2010 referandumu sonrasında hukuki teamüller çiğnenerek oluşturulan ortamda, peşisıra yapılan rektör atamaları ve özellikle Danıştay Başkanlığı seçimi sonrasında, dönemin Başbakan Yardımcısı Arınç’ın “Kurban Olduğum Allah verdikçe veriyor” ifadesini kullanırken; vicdani bir sorumluluk ve rahatsızlık hissetmeyen kim varsa, bu ülkenin üzerinde düşünülmesi gereken bir ayıbı değil midir?

Referandum deyince de aklıma geldi..
2010 referandumunun CIA ajanı bir teröristin yıllarca yürüttüğü devletin tüm kurumlarına sızma, hukuku ele geçirip kendi hukuk düzenlerini kurma planlarının sonuç bölümüdür diye bas bas bağırdığımızda, bizlere alçakça ve en hakaretamiz ifadelerle saldırmaları, kendi cenahlarının iyiliği uğruna kötülüğün yanında durmak değil midir?

Özellikle “Çözüm Süreci” dedikleri dönemde, bölücü terör örgütü lider ve mensuplarına ekran ve sayfalarında güzellemeler dizerken, Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli Atatürkçü subaylarına “vatan haini, casus, tecavüzcü, cani, suç şebekesi, kafatasçı, namussuz, millet düşmanı, onursuz, kirli tertip, din düşmanı” diye yazan medya karşısında, destekledikleri siyasi figürler zarar görmesin diye susmak, vicdan ve ahlak sahibi olanlara yakışır bir durum mudur?

Ergenekon, Balyoz vs. kumpaslarda uydurma delillere sığınılarak suçsuz günahsız insanlar aylarca ve yıllarca hapishanelerde kapalı tutulup, bazılarının ölümüne kadar sebep olunurken, suçsuzluklarını bal gibi bildikleri halde “nasılsa bizden değiller” mantığındaki o iğrenç sessizliğin sebebi cânilik değilse nedir?

Fethullahçı Terör Örgütü tarafından bu ülkenin Kozmik Odasına kadar girilip Genelkurmay Başkanı terörist yaftalamasıyla aylarca hapiste tutulurken, dönemi itibariyle sırf aynı tarafta durdukları için, toplum içinde bu işgale ses çıkarmayan bir kitlenin varlığı, vicdan sahibi olduğunu düşünenlere zul gelmeyecekse başka ne gelebilir?

Düşüncelerini ifade ettikleri için hapiste olan gazeteci, akademisyen ve aydınlar bir yana, yıllarca en aşağılık kin ve nefret duygularıyla şerefli namuslu insanları hedef gösterip sayfalarında linç eden gazetecilerin de olduğu bir ortamda; sırf kendi görüşlerine yakın, sırf karşı tarafa verecekleri her zararın kendilerine fayda getireceği düşüncesindeki sessiz kitlenin varlığı, bu ülkenin en büyük ayıbı değilse nedir?

Buraya kadar toplum içerisindeki bir kitleden bahsetmiştim değerli okuyucular. Bir de şahit oldukları haksızlık ve hukuksuzluklara karşı sessiz kalmayı mevki, makam ve kariyerlerini kaybetmek korkusuyla tercih edenler var ki değerli okuyucular; Yaşar Kemal’in İnce Memedi’nden bir sözle başladığım bu yazıyı, Albert Camus’a ait bir sözle bitirip, son cümlemi menfaatleri karşılığı sessiz kalan utanmazlığa karşı kurmak istiyorum.
“Hiçbir şey, korkuya dayalı saygı kadar iğrenç değildir”
HÜSEYİN TAŞYAKAN

Exit mobile version